Ayrıca kişi bilmediğini bilecek. Çünkü soru sormak da bir bilinç işidir; bir farkındalık halidir. Bilmediğinin farkında olmak öğrenmenin temel şartıdır.
Herhangi bir sohbete iştirak eden Müslüman kişi, soru sormanın ehemmiyetini ve bunun bir sorumluluk gerektirdiğini bilmelidir. Bu sorumluluğun hem kendine karşı, hem sorduğu kişiye karşı, hem soruya ve verilecek cevaba karşı, hem de Allah’a karşı olduğunun farkında olmalıdır. Zira Allah, Kur’an’da pek çok ayetinde soru sormaya ve soru sormanın kişiye yüklediği sorumluluğa işaret eder.
Örneğin; “Bilmiyorsanız, zikir ehlinden (bilenlerden) sorunuz.” (Nahl: 43 ve Enbiya: 7) ayetleriyle Allah (cc) soru sormanın doğal yönünü vurgulamıştır.
“Yoksa siz de (ey Müslümanlar), daha önce Musa’ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz?” (Bakara: 108) ayeti ile de soru sormanın bir haddinin olduğunu ve kişinin haddini bilmesi gerektiğini ifade eder.
Konumundan dolayı Hz. Peygamber’e (as) de çok soru soruluyordu. Bu sorulardan bazıları edeb dairesinin dışında ve haddi aşan sorulardı. Yani soru sorma adabına yakışmıyordu. Kimileri de fısıltı halinde (necva) bazı özel isteklerde bulunuyorlardı. Hz. Peygamber’in (as) de buna canı sıkılıyor, ancak nezaketinden dolayı reddedemiyordu. Bunun üzerine;
“Ey iman edenler! Şayet Resulullah ile baş başa görüşmek isterseniz, bu özel görüşmeden önce bir sadaka verin.” (Mücadele: 12) ayet-i kerimesi nazil oldu.
Şu hadis, soru sormada kişinin edebini ve haddini bilmesi gerektiğini, bilmediği takdirde onu nasıl bir sorumluluğun altına koyacağının güzel bir örneğidir:
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Resulullah (as) bize hutbe okudu ve: “Ey insanlar! Allah Teâlâ size haccı farz kılmıştır. Şu halde haccı eda ediniz!” buyurdu. Bunun üzerine bir adam: “Her yıl mı? Ya Resulullah!” diye sordu. Hz. Peygamber (as) sustu ve cevap vermedi. Hatta o zat sorusunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (as): “Eğer sorunuza evet deseydim her sene haccetmek farz olurdu, buna da güç yetiremezdiniz. Ben sizi bıraktığım müddetçe siz de beni bırakın. Mademki sükût ettim, niye sormada ısrar ediyorsunuz? Şunu iyi bilin ki, sizden önceki ümmetler, ancak olur-olmaz çok sual sormaları ve peygamberlerine ihtilaf etmeleri sebebiyle helak oldular. Ben size bir şey emrettiğim zaman, onu gücünüz yettiği kadar yapın, bir yasaklamada bulunduğum vakit de ondan kaçının. Bu emir ve yasakla ilgili olarak aklınıza gelen her şeyi sormaya kalkışmayın!” buyurmuştur. (Buharî ve Müslim)
Bu hususta aşağıdaki hadis de dikkat edilmesi gereken bir niteliktedir:
Allah Resulü (as) bir gün mescitte iken kendisine sorulan lüzumsuz sorulardan bir ölçüde bunaldı ve ayağa kalkıp; “Bugün burada durduğum müddetçe bana ne sorarsanız cevabını vereceğim!” buyurdu. Arkasından da birisi kalkıp, “Ben nereye gideceğim?” diye sordu. Allah Resulü (as) de: “Cehennem’e gideceksin!” karşılığını verdi. Daha sonra Abdullah b. Hüzafe şöyle bir soru sordu: “Benim babam kim ya Resulullah?” Ona da: “Senin baban Hüzafe’dir.” buyurdu. Bu şekilde herkesin bir şeyler sorduğu esnada Allah Resulü’nün (as) o andaki ruh haletini çok iyi kavrayan Hz. Ömer (ra) ayağa kalktı ve: “Biz, Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, peygamber olarak da Muhammed’den razıyız.” deyiverdi. (Buharî ve Müslim)
- Ortam Açısından:
Kişinin, bir sohbet meclisinde soru sorarken bilmesi gereken haddine ve edebine gelince; öncelikle ve özellikle, katıldığı sohbet ortamının bu konudaki hukukuna ve usulüne uygun ve saygılı davranmalıdır. Soru sorulmaması veya belirli sayıda soruya izin verilmesi kuralı varsa bu kuralı zorlayan yahut ortamı yöneten sorumlunun yöneticiliğini zora sokan tavır ve davranışlardan ve ısrarcılıklardan sakınılmalıdır. Kişi, soracağı sorunun anlam ve maksat çerçevesini belirleyerek ve mümkünse yazılı bir metin üzerinden sormalıdır. Bu, sözü gereksiz yere uzatıp muhatabın sıkılmasına ve bilgisiz yerine konmasına mani olur. Zira pek çok soru soran vardır ki, soru sormaktan çok, bilgiçlik taslamaya çalışmaktadır.
Yine, sorunun çerçevesinin belirlenmesi kişiyi gereksiz uzatmalardan uzak tutacaktır. Kısa ve açık ifadelerden oluşan sorular yerine uzun girizgâhlar, ortamı maksattan uzaklaştırdığı gibi sohbete iştirak edenlerin hukukunun da çiğnenmesine sebep olur. Ancak, Cibril hadisinde olduğu gibi, sohbete katılanların öğrenmesi gereken bir husus var ise -kısa izahlar olmak şartı ileuzun soru sorulabilir. Kişi, soracağı
soruları not tutmakla sohbet esnasında zaten verilmiş cevapların da farkına varacak ve gereksiz uzatmaların önüne geçecektir. Ayrıca anlamadığı hususların da yeniden izahına imkân sağlamış olacaktır.
Sohbet ortamında sorduğu soruya verilen cevapla kişi yetinmeli ve cevap veren muhatabıyla gereksiz cedel ve tartışmalardan sakınmalıdır. Bilmelidir ki, cevap verenin ya bilgisi bu kadardır veya o konudaki düşüncesi budur ve yahut ortamdan dolayı cevap vermekten kaçınmaktadır. Eğer konu tartışmayı gerektirecek bir içerik taşıyorsa, uygun veya özel ortamların gözetilmesi gerekir.
Sohbet ortamının gündemi dışında sorulacak sorular için izin istenerek ve gündemin sapmasına sebebiyet vermeden sorulmasına dikkat edilmelidir. Bu tür münasebetsiz sorular, çoğu defa bir cehaleti kapatırken, yeni bir cehaletin oluşmasına sebep olabilir. Hz. Peygamber (as): “Sizden önceki ümmetler, kesret-i sualle (gereksiz yere çok soru sormakla) helak oldular.” (Müslim ve Nesaî) buyurarak doğru soruların sorulmasının önemini ifade etmiştir.
Sohbet ortamı karşılıklı soru-cevap ve müzakereye elverişli ise ilim sahibi kimselerden istifade etmek niyeti ile bu ortam değerlendirilebilinir. Zira müzakere, insafı ve ahlakı elden bırakmadan, cedelleşmekten sakınıldığında büyük bir nimettir; düşünceyi yükseltir, zihni keskinleştirir. Kişi böyle ortamlarda dikkatli olmalıdır. Çünkü müzakere, iyi niyetli olmayanın ayıbını ortaya çıkardığı gibi ilmi kısır, zihni donuk biri ile yapıldığında zihni bir hastalık ve donukluk sebebidir.
Cedelleşmeden, münazarada bulunmak hakikati ortaya çıkarır. Münazara nasihatleşme ve ilmin yayılmasını gerçekleştirirken cedelleşme ise tartışma, riya, büyüklenme, üstün çıkma çabası, böbürlenme, kin, düşmanlık ve kıt akıllıların seviyesine inmek demektir. Kişi hem cedelleşmekten hem de cedelleşenlerden sakınmalı ki kendisinin ve başkalarının şahsiyetlerine ve mahremiyetlerine halel gelmesin. Çünkü cedelleşmek bir azaptır.
- Soru Soran Açısından:
Kişi öncelikle kendinin ve karşısındakinin konumunu iyi bilecek. Kişi, bilgisiz olabilir ve bu durumda bilen birine soru sorabilir. Bu doğru olandır… Başta belirttiğimiz; “Bilmiyorsanız bilgi sahibi (ehl-i zikr) olanlardan sorun!” ayetinden anlaşılması gereken de bu tür sorulardır. Kişi bilmelidir ki, eğer kendisi bu konumda bulunuyorsa, öncelikle niyetini temiz tutmalıdır. Kişinin niyeti hakkı öğrenmek ve hakka itaat etmek olmalıdır. Zira niyeti bozuk ise veya kötü niyet taşıyorsa bu edepsizliktir. Soruya verilecek cevaptan asla maksat hâsıl olmaz. Bilakis kendini küçültmüş olur.
Bozuk ve kötü niyetten maksat, hakikatin bilgisini elde etmek yerine, muhatabı zora sokmak, mağlup etmek, utandırmak gibi arzulardır. Soru sorduğunuz kimseyi küçük düşürmek, toplum içinde zor durumda bırakmak, cahilliğini ortaya koymak ve bilgiçlik taslamak amacıyla soru sormak günahtır. Ayrıca kişi bilmediğini bilecek. Çünkü soru sormak da bir bilinç işidir; bir farkındalık halidir. Bilmediğinin farkında olmak öğrenmenin temel şartıdır. Soruyu, bilmediğini bilenler sorunca soru sormak anlam kazanır.
Cevabı bildiği halde soru soranlara gelecek olursak;
- i. Sohbet ortamında bulunan diğerlerinin de öğrenmesi gereken bir husustur ki bu durum usulüne ve ortamın ahlakına uyulduğu sürece faydalı olan bir durumdur. Kur’an ve Sünnette bunu görmekteyiz.
- ii. Bilgisini teyit etmek, doğrulamak için sormaktadır. Bu durum da tabii karşılanabilir. Zira ilim taliplisinin ihtiyaç duyduğu bir durumdur. Kendinden ehil ilim sahibi kimselere sorulacak sorularla kişi, ya bilgisini doğrulayarak sağlamlaştırır ya da doğru bildiği bir hatasını düzeltmiş olur.
iii. Soru sorduğu kişinin bilgisini ölçmek için sormaktadır. İşte bu durum edeb dışı ve ahlaksız bir durumdur.
- Kaçınılacak Haller:
Kişi soru sorarken şu yaklaşım ve tavırlardan kaçınmalıdır:
- i. Fayda vermeyecek konularla ilgili soru sormak: “Uzayda namaz nasıl kılınır?” gibi.
- ii. Alacağı cevaba itaat etme niyeti taşımama: İsrailoğullarının kesmekle emrolundukları buzağı hakkındaki tavırları gibi.
iii. Sorduğu her soruya cevap alma beklentisi.
- iv. Kendi düşüncesini onaylatmak için soru sormak: Kişi istediği cevabı almak için muhatabını sıkıştırmaktan sakınmalıdır.
- v. Rastgele soru sormak: Çünkü bu ciddiyetsizliktir ve rastgele soru soran kimsenin amacı öğrenmek değildir.
- vi. İlim ehlini birbirine çarpıştırmak: Kişi sorusuna cevap aldığı zaman “falan hoca şöyle cevap verdi” gibi sözlerden kaçınmalıdır. Eğer farklı bir görüşe işaret edilmesi gerekiyorsa “şu görüş hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sormak gerekir.
vii. Cevap vereni zor durumda bırakacak konuları sormak: Gereksiz kanunî yaptırımlara sebep olan konular gibi.
viii. Soru sorulan kişinin, her şeyi bilmediğini, her şeyi bilenin Allah olduğu
nu unutmak: Cebrail’in Hz. Peygamber’e (as) kıyamet saatini sorduğunda O’nun (as) da bu konuda kendisinin Cebrail’
den daha bilgili olmadığını söylemesi gibi.
- ix. Soru sormakla muhataba iltifat ettiğimizi sanmak: Kişi bu durumda asıl vebali cevap verenin aldığını ve ağır bir manevi sorumluluk altında ezildiğini bilmelidir.
- x. Soruya muhatap olanın işi gücü olmadığını zannetmek veya onun da kendi gibi bir insan olduğunu unutmak.
- xi. Soru sorarken, hürmetten yoksun olmak ve edeb, ahlak ve hukuk zeminini ihlaletmek: Bedevilerin Hz. Peygamber’in (as) hücrelerinin arkasından bağırarak istemeleri gibi.